Astroloji Karşıtlarına Bir Açıklama

Yaklaşım

Öncelikle bu yazıyı yazmamın amacının ne astrolojiyi ne de bilimi savunmak olmadığını, aksine iki uçta bulunan kişileri birbirine yaklaştırmak olduğunu belirteyim. Farklı alanlarda uzmanlaşmış kişiler birbirini ne kadar iyi anlayabilir ve hakikati anlamak üzere yetkinliklerini ne kadar birleştirebilirlerse hakikate o kadar hızlı yaklaşabileceğimizi düşünüyorum.

Astrolojiyi ve bilimi tartışmadan önce başka bazı konuların tartışılması ve iki tarafın birbirini anlayabileceği bir düşünce modelinde karar kılınması gereklidir. Aksi taktirde bir bilim insanının astrolojiyi anlaması çok zor hatta imkansız olacaktır.
Bilimsel düşündüğünü ya da bilim insanı olduğunu söyleyen bir kişinin astroloji konusuna yaklaşmadan önce aşağıdaki soruları cevaplaması yerinde olacaktır.

Cevaplanması yerinde olacak sorular

  • Gerçekten objektif miyim yoksa ön yargılarım beni etkiliyor olabilir mi?
  • Bilimden bahsederkenki düşünce motivasyonum sadece pozitif bilimleri mi kapsıyor?
  • Sosyal bilimlerinin de (Psikoloji, Siyaset, Felsefe, İletişim, Teoloji, Müzikoloji … v.b.) birer bilim dalı olduğunu kabul ediyor muyum?
  • Sosyal bilimlerle ilgileniyor muyum?
  • Bir konunun illaki bilimsel olması gerekir mi?
  • Astrolojiyi gerçekten anlamak için ne kadar zaman harcadım?
  • Astrolojiyi gerçekten anlamak için ne kadar zaman harcarım?
  • Herhangi bir konunun evrendeki olayları anlama ve yorumlama biçimimi geliştirecek bir konu olduğunu bilsem o konuyu öğrenmek için ne kadar zaman harcarım?
  • İstatistiki veriler üzerinden elde ettiğim çıktılar astrolojiyi çürütür nitelikte mi yoksa aslında karar vermeme yarayacak bir sonuç alamamış durumda mıyım?
  • İstatistiki yaklaşımımda önyargımın payı nedir?
  • Astrolojiyi anlamak için harcayacağım zaman sonunda astrolojinin kendi içinde çalışan bir sistem olduğunu kabul etmeye hazır mıyım? Yoksa kariyerim, ünvanım, itibarım zedelenecek diye astrolojiyi anlasam bile karşıt durmaya devam eder miyim?
  • Bilimsel olarak açıklamayan, paranormal ya da metafizik olaylara nasıl yaklaşıyorum? Komple inkar mı ediyorum yoksa gerçek olduklarını kabul edip bir gün bilim seviyemiz daha üst bir noktaya geldiğinde açıklanabileceklerini kabul ediyor muyum?
  • Sahip olduğum bilgilerin toplumun büyük çoğunluğundan daha fazla olması bende herşeyi biliyormuşum hissi yaratıyor mu?
  • Bilmiyorum kelimesini ne kadar sıklıkla kullanıyorum? Bilmiyorum demek benim için bir utanç mı yoksa hakikate olan yaklaşımımın bir parçası mı?
  • Görüşlerimde tutucu muyum?

Soruların sadece astroloji üzerine olmadığını, düşünce sistemini sorgular nitelikte olduğunu farketmişsindir. Zira astroloji bir pozitif bilim olmadığından, hatta bir bilim olmadığından, eğer pozitif bilim odaklı bir düşünce sistemin varsa astrolojiyi anlaman biraz zor olabilir. Bu sebepte astrolojiye yaklaşırken düşünme ve yorumlama konusunda kendini bir miktar eğitmen gerekebilir. Bu konuyu yazı boyunca irdeleyeceğim.

Sorular üzerinde düşündükten sonra kısaca dünyaya bir bakmak da gerek. Bize verilen (bak verilen diyorum. bizim gidip aldığımız demiyorum) bilgiler kimin elinde? Neden bize veriyorlar bu bilgileri? Neyin karşılığında? Ellerindeki bütün bilgileri verdiklerinden emin miyiz? Hiç gizli kalmış bilgi ve teknolojiler yok mu? Eğer varsa, o bilgileri biz ele geçirsek ne olur? Üst seviye bilgi kimin elinde?

Unutmayalım “bilgi güçtür”. Bilgin ne kadar derin, ne kadar çok, ne kadar ileri seviyede ise diğerlerinden daha öndesindir demektir. Daha önde olmak isteyenlerin kendilerini hakikate ulaştırabilecek her türlü bilgiye açık olduklarını görebilmek zor değil.

Madde ve mana

Bu konu tabii ki çok derin, üzerine onlarca kitap yazılmış bir konu. Ben bir iki örnekle açıklamaya ve genel bir fikir vermeye çalışacağım. Kendi kişisel gelişimin için bu konuda daha fazla bilgi sahibi olmaya çalışmanı dilerim.

Semboller insan için çok derinlerde yer tutar. Bir şeyin görünür halinden daha çok onun bizim için anlamı, ifade ettiği şeydir bizi ona bağlayan. Bir annenin fiziksel olarak yanımızda olması tabii ki önemlidir. Fakat bizi besleyecek, bizi sevecek, kol kanat gerecek bir varlığın yanımızda olduğunu bilmek de bir o kadar önemlidir.

Din kitaplarında, felsefe kitaplarında anlatılan kavramların çoğu fiziksel dünyadan örneklerdir fakat ifade ettikleri manalardır esas anlaşılması gereken. Bir zen üstadı “bahçemde sakin ve huzurluyum” dediğinde somut bakan insan otları, çiçekleri ve orada bulunan zen üstadını düşünebilir. Fakat zen üstadının bahçesi zihnidir.

Konu somut kavramları aşıp soyut kavramları anlamaya geldiğinde ise iş daha da zorlaşır. Duygulardan, hislerden bahsederken ifade daha da zordur çünkü.

Sana gerçek hayattan bir örnek vereyim. Bir zaman bir arkadaşımın Japon bir konuğu vardı. Bir süre İstanbul’da arkadaşımın evinde kaldı. Bir sabah uyandığında arkadaşıma “rüyamda annemin öldüğünü gördüm” demiş. Tabii kültürümüz gereği ölümün iyi birşey olmadığını düşünen arkadaşım onu yatıştırmaya çalışmış. “Rüyaların tersi çıkarmış. Annen çok yaşayacak” filan gibi telkinlerle onu yatıştırmaya girişmiş. Fakat Japon ona dönüp “Hayır bu iyi bir şey! Biz rüyada annenin ölümünü, artık çocuğun annenin kanatları altından çıkıp kendi ayakları üzerinde durmaya hazır bir birey olduğu şeklinde yorumlarız” diye açıklamış.

Fiziksel olayları nasıl yorumladığınız, mana alemini geliştirir, güçlendirir. Mana alemin üzerinde çalışmalar da fiziksel olayları yaşama ve yorumlama şeklini değiştirir. Dolayısı ile anlamlar, semboller, arketipler ve benzeri konular üzerinde yapacağın çalışmalar maddeyi olduğu kadar manayı da önemseyen, bütünü, özü anlayabilen bir insan olmana yardımcı olabilir. Tabii bunun olması da pek istenmeyen bir durum. Kendi başına karar alan ve hareket eden kimsenin istenmediği gibi.

Neden tartışıyoruz?

Bir durum karşısında sorabileceğiniz en önemli (ve bence her zaman sormamız gereken) soru “Neden” bence. O yüzden belki de önce “Neden tartışıyoruz” diye sormak gerek. Tartışmamızın amacı ne? Tartışıyor olmamız neye hizmet ediyor?

Bu tip konular genelde televizyonlarda dile getirilmekte. Bu durum maalesef bu konularda bir tartışma platformu oluşturabilecek resmi bir merci olmamasından da kaynaklanıyor olabilir. Tartışmaların amacı bir konuda bilgi vermek, iki tarafın da desteği, uzlaşısı, objektif bakışı ile hakikati anlamaya çalışmak değil. Genelde halk tartışmaları sever ve tartışmalardan reyting doğar. Hatta bir de kavga çıkarsa off tadından yenmez. Televizyonun bir propaganda aracı olduğunu, her konuyu çok sofistike bir biçimde istediği tarafa çekebilme kabiliyeti olduğunu unutmamak gerek. Açıkçası kimse sizin hakikate ulaşmanızı umursamıyor bunu öncelike ortaya koymak gerek.

En başta da belirttiğim gibi benim dileğim, iki tarafın da diyeceklerini dediği ve ortaya bir şey çıkmayan tartışmalar değil. İki tarafın da önce birbirini sonra hakikati anlamak için uğraştığı, bilgi paylaştığı tartışmaların yapılabiliyor olması.

Astroloji ve bilim tartışmalarında yapılan yanlışlar

Astroloji ve bilim tartışmalarında kanımca en önemli yanlış tartışan insanların (özellikle bilim savunucularının) profilleridir. Bu insanlar seçililiyorlar. Öncelikle konunun tartışılması, iki tarafın fanatikleri tarafından hararetle takip edilmesi isteniyor. O yüzden de iki tarafta da nuh diyecek ama peygamber demeyecek, pardon alanlarında duayen, yıllarını o konulara vermiş kişiler seçiliyor ki hararet hiç düşmesin.

O yüzden astrologların karşısına (astrolojinin astronomiye yakın duruşu bahanesiyle) hep pozitif bilimlerle uğraşan insanlar (Fizikçiler, astrofizikçiler, uzay bilimcileri gibi) seçiliyor. Unutmayalım pozitif bilim bir sol beyinle düşünüş alanıdır. Kişi eğer müzik, resim, felsefe benzeri sağ beynini besleyecek konularla ilgili değilse astrolojik düşünce sistemini anlayamaz. O dili konuşamaz.

Bir örnek vereyim. Biliyorsunuz teknoloji şirketlerinde bir teknik kadro bir de satış kadrosu vardır. Bu iki grup genelde birbiriyle anlaşamaz hatta çoğunlukla birbirlerinden nefret ederler. Hele günümüzde her yerde ve her şekilde nefret pompalanırken bu iki grup insanın birbirlerine yakınlaşmaları çok daha zordur. Çünkü satış bir sosyal alandır. İlişkiler üzerinden, doğru dili kullanmak üzerinden çalışan bir sağ beyin alanıdır. Teknik taraf ise mühendislerden, matematikçilerden oluşan, daha çok sol beyinleriyle düşünen ve anlayabilen bir gruptur. Bu durumun pekala farkında olan şirketler bu iki grup insan arasına, ikisinin de dilinden anlayacak insanlar koyar. Bunlara proje yöneticisi, presales uzmanı gibi isimler veririz. Bu kişilerin işi hayatta aynı dili konuşamayacak bu iki gruptan gelen çıktıları karşı tarafa doğru bir şekilde aktararak işlerin yürümesini sağlamaktır.
Örneğin Einstein çok büyük bir bilim insanı olarak tarihe geçmiştir. Fakat hayatı ve kişiliği iyi incelenirse görülecektir ki özünde Einstein aynı zamanda bir felsefeci, hayal kuran bir hikayecidir de. Bilimsel çalışmalara kafa patlatırken bir yandan keman çalmaktadır. Onun düşünce tarzını anlamak için yazmış olduğu “Benim Gözümden Dünya” (The World As I See It) kitabını okumanızı tavsiye ederim. Yalnız Türkçeye çevrilmiş kırpılmış versiyonunu değil, orjinalini okumanızı şiddetle tavsiye ederim.

Neyse konuyu fazla uzatmayayım. Umarım sağ beyinle düşünen insanla sol beyni ile düşünen insanın birbirlerini anlamakta zorlanacağını ve bir noktada uzlaşmalarının imkansıza yakın olduğunu anlatabildim. Şahsen beyninin her iki tarafını da çalıştıran insanların dediklerini dinlemek bizi çok daha olumlu ve sonuçlara ulaştıracaktır düşüncesindeyim.

Konuya yaklaşımda bir diğer yanlış ise, çocukça bir saflık ve merakla, ne kadar uzun zaman almış olursa olsun o ana kadar öğrendiklerinin eksik hatta yanlış olabileceğini düşünerek sadece hakikati anlamaya çalışarak tartışmamak.

Bir başka yanlış evrendeki herşeyi nesneleştirmeye, ölçme sonuçlarına, rakamlara dökmeye çalışmak. Bu tabii ki gereklidir fakat yeterli değildir. Sayısal ya da rasyonel veri aşırı derecede ikna edici olduğundan özellikle sol beyni ile düşünen insan için kabul edebileceği tek yolmuş izlenimi yaratmaktadır. “Halkın çoğunluğu böyle düşünüyor” dediğinizde bir fikir verirsiniz fakat “halkın %88’i böyle düşünüyor” dediğinizde çok daha net, çok daha anlaşılır gelen bir veri ortaya koyarsınız. Fakat bu gerçekten tek tek herkese sormadan, birkaç bin kişi üzerinden aldığınız veriyi enterpolasyon ya da benzeri veri işleme metodları ile genele orantılamak aslında. Ama sonuç sayısal olunca ikna edici olacağı ve ben bunu biliyorum diyebileceğiniz için çıktılarınızın rakamsal olması bir gereklilik olmuş durumda.

Nesneleri incelerken doğru ölçüm yapmak elzem. Buna kimsenin diyeceği bir şey yok. Fakat ya soyut kavramlar? Sorumluluk sahibi misiniz? Ne kadar? Kaç kilo? Seni seviyorum aha bu kadar. Ne kadar? Kaç metre? Eğer duygulara, hele insan ruhuna sayısal yaklaşırsanız şu anki ölçüm metodları, teknolojimizin, matematiğimizin seviyesi itibarı ile bir sonuç alamayacağımız herkesin kabulüdür sanırım.

“İnsan ruhu mu dediniz? Ruh yok ki!?” diyenler olduğunu da duyar gibiyim. Var ama ben bunu bilimsel olarak kanıtlayacak seviyede değilim demek insanı bilimden çıkarır mı? Böyle kibirli bilim çevreleri olduğu sürece (ki her dönemde olmuş) evet çıkarır. Tarihin her döneminde o anki bilim ve teknoloji seviyemiz ile en üst noktada olduklarını ve her şeyi çözmüş olduklarını zannetme hatasına düşen bilim insanları olmuş. Şu an teknolojik olarak çok üst bir medeniyet seviyesinde olduğumuz için böyle düşünmemiz daha kolay. Fakat ya gerçekten çoook büyük ve ilahi bir düzen varsa ve biz bunca yıldır bu sistemin anca ufacık bir kısmını çözebilmişsek? Bunu bir kenara koymazsanız önce kibirinize yenik düşersiniz. Sonra fanatik olursunuz. Sonra yobaz olursunuz. Sonra da kafa kesmeye başlarsınız. Aman diyeyim. Yapmayın. Sağduyunun ne olduğunu hatırlayın.

Unutmayın sayıların enerjisi düşüktür. Bunu en iyi şirketlerde çalışan ve uymaları gereken performans kriterleri olan kişiler bilir. Ben yıllarca müşterilere teknik konularda destek verdim. Çözmeniz gereken sorun sayısını tutturmalısınızdır. Sene sonu geldiğinde yöneticiniz sizi çağırır ve (atıyorum) herkes 100 sorun çözmüş, sen neden 50 tane çözdün diye sorar. Bu sizin sorunları diğerleri kadar hızlı çözemediğinizi gösteren bir veridir ona göre. Sizin müşterilerinize gösterdiğiniz ilgi ve alakanın, insanca davranışların, iki hoş sözün sorun çözme sürenizi uzattığını ama sizinle konuşan müşterilerin sorunlarının çözülmesine ek olarak şirketinize olan duygusal bağlarının güçlendiğini, çok memnun kaldıklarını, şu anda çok iyi hisler içinde olduklarını söyleseniz bile elinizde sayısal veri olmadığından ikna edici olamazsınız. Sonuçta herkesin yarısı kadar iş yaptığınızı gösteren sayısal veriler vardır. Bu da sizi başarısız göstermektedir.

İşte duyguların, hislerin alanına sayısal olarak yaklaşamayacağınız için siz de başarınızı göstermek üzere müşterilerle daha az ilişki kuran, duyguları değil aklı ön planda tutan, bir an önce sorunu çözmeye odaklanan, kalıcı çözümlerden çok geçici çözümleri uygulayıp çözdüğü sorun sayısını herkesten çok yapmaya çalışan bir robota dönüşürsünüz.

Bu yaklaşımlar insanı insan yapan duygusal ve psikolojik değerlerden uzaklaşmamıza neden olmaktadır. Sonrasında yaşamamız muhtemel duygu durum problemleri için gittiğimiz doktor da muayene ettiği hasta sayısını artırmaya çalışan bir robot doktorsa, basar antidepresanı hiçbir şeyimiz kalmaz. Fakat insanlıktan çıkmış oluruz. Peki ne oldu? Ne için yaşadık? Nasıl bir hayat geçirdik? Belki bu konular başka bir yazının konusu olabilir.
Sonuç olarak astroloji gibi sembolizm üzerinden insanın iç dünyasını anlamaya çalışan, sonrasında da insanın hayatta nasıl bir yolu olduğu “tahmin” etmeye çalışan bir metodolojiyi anlayabilmek için nasıl düşündüğümüz, elimizdeki araçları nasıl kullandığımız çok önemlidir. Elindeki tv kumandasını bir kenara bırakıp bir astroloji kitabını biraz karıştırarak astroloji hakkında bir takım bilgiler öğrenilse bile, astroloji tam olarak anlaşılamaz. Astroloji üzerine sürekli düşünmek, hayatı sembollerle okuma pratiğine girmek, yeni bilgiler edinmek ve bu adımları sürekli tekrar ederek geçen birkaç yıldan sonra astroloji belki biraz anlaşılabilir. Bu yüzdendir ki duayen astrologlar 10 yıldan az süredir astroloji ile ilgilenen astrologları henüz çaylak kabul ederler.

Astroloji hakkında bilinen yanlışlar

Daha önceden yazdığım Astroloji Hakkında Bilinen 7 Yanlış yazımı da okuyabilirsin fakat bu yazının kesinlikle astroloji hakkında yanlış bilinenleri saymaya yeterli olmadığını söylemeliyim. Bu yanlışlara sürüklenmemek için magazin olarak sunulan astrolojiyi kale almamalısın. Astroloji yüzeysel bir konu değildir. Aksin çok derin, anlaşılması uzun zaman alacak, yorumlanması daha da uzun zaman alacak bir konudur. Maalesef televizyonlarda astrolojiye karşı olan kişilerin astroloji konusundaki bilgilerinin yüzeyselliği, bu işle ciddi olarak uğraşan astrologları çok üzmektedir. Üzerine halkın bu konudaki bilgisizliği de eklenince ortam tamamen bir engizisyon ortamına dönüşmektedir.

Öğrenmek ve anlamak

Bir bilgiye yaklaşmadan önce bence öğrenmek ve anlamak üzerine de bir süre düşünmek yerinde olacaktır. Nasıl anlarsınız? Ne zaman anlamış olursunuz? Anlamak nedir? Öğrenmek nedir?

Tabii bu eğitimcilerin çok daha net açıklayabilecekleri uzun da bir konu. Fakat kısaca özetlemem gerekirse bir konuda bilgi sahibi olduğunuzda öğrenme süreciniz başlar. Öğrenme sürecinin başındayken asla tamamını öğrenmiş ve hatta bütününü anlamış gibi bir kanıya kapılmamak önemlidir. Maalesef çoğu insan bırakın bilgi edinmeyi, azıcık bir fikir sahibi olduklarında bile kendilerini ahkam kesebilecek seviyede görebiliyorlar. Astroloji konusunda konuşan çoğu insanın maalesef bilgisi değil fikri vardır. Fikir de algılama sürecinin mantıksal çıkarımlar üzerinden oluşan bir sonucudur.

Mesela çok genel bir durum olarak; gazetede astroloji köşesine bakan insan orada 12 burç görür ve astrolojinin insanları 12 gruba ayırdığını ve bu grupların hepsini aynı insanmış gibi yorumladığını zanneder. Halbuki gazetenin magazin eki bir astroloji kitabı değildir. O ekteki astroloji köşesinde astroloji hakkında bir bilgi verilmemektedir. Fakat köşeyi gören kişinin yüzeysel bir fikri vardır. Bu seviyedeki fikirlerle yola çıkmak çok ama çok tehlikelidir. Fikirle değil akıl yoluyla ilerliyor olup olmadığını her an kontrol etmekte fayda var!

Dönelim öğrenmeye. Dediğim gibi öğrenme bir bilgi edinme süreci. Okula gidersiniz, öğretmeniniz size matematik anlatır. Bilgiyi alırsınız. Kitapta ilgili konuyu okur, oradan da bilginizi pekiştirirsiniz. Peki bu sizi problem çözebilecek seviyeye getirir mi? Peki matematik anlatabilecek seviyeye? Peki ya matematikte yeni kuramlar geliştirebilecek seviyeye? Alakanız bile yoktur. O yüzden öğretmeniniz size ödevler verir. Çünkü bilginizi pratik yaparak pekiştirmediğiniz sürece konuyu anlamaktan çook uzaksınızdır.

Peki nedir astroloji?

Astroloji bir dildir. Astrolojik sembollerin isimlere, sıfatlara, gezegenlerin hareketlerinin fiillere dönüştüğü bir dildir. Göklerdeki durumların hayatımıza yansımalarını anlamaya ve yorumlamaya çalıştığımız bir dildir. Daha önce de dediğim gibi sağ beyninizi kullanmanız gereken bir alandır.

Astrolojiyi anlamak için önce sembolleri anlamak, bu sembollerin birbiriyle ilişkilerini anlamak, yorumlama pratikleri yapmak, konu hakkında bir sürü de kitap okumak gerekir. İlk başladığınız dönemde (ilk 1-2 yıl) aynen bir yabancı dil öğrenirken olduğu gibi anladığınız ama konuşamadığınız zamanlar olur. Zaman içinde bu dili öğrendikçe, hayatı daha bütünsel bir şekilde yorumlamaya başlarsınız.